Avrupa’da Alkol Tüketimi Azalıyor mu? Ülkeler Arası Farklılıklar, Cinsiyet ve Eğitim Etkisiyle Değişen Eğilimler
Avrupa kıtası, tarih boyunca farklı kültürlerin, yaşam tarzlarının ve geleneklerin şekillendirdiği bir coğrafya olmasının yanında, alkol tüketimiyle olan karmaşık ilişkisiyle de öne çıkıyor. Ancak son yıllarda Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Avrupa Birliği (AB) kurumlarının sağlık politikaları doğrultusunda alkol tüketimine yönelik farkındalık kampanyaları, bazı ülkelerde belirgin sonuçlar vermeye başladı. 2010-2020 yılları arasında Avrupa genelinde kişi başına düşen alkol tüketimi ortalama 0,5 litre azaldı. Fakat bu düşüş tüm ülkelerde aynı oranda gerçekleşmedi.
AB ve DSÖ Avrupa Bölgesi verilerine göre, 1980 yılında AB ülkelerinde kişi başına düşen alkol tüketimi 12,7 litre iken, bu miktar 2020 itibarıyla 9,8 litreye geriledi. Yani yaklaşık yüzde 23’lük bir düşüşten söz edilebilir. 2000-2020 dönemine bakıldığında ise düşüşün hızının yavaşladığı görülüyor. Özellikle 2010-2020 arasında sadece 0,5 litrelik bir azalma dikkat çekiyor. Bu durum, toplumların alkolle olan ilişkilerinde köklü bir dönüşümün zaman aldığına işaret ediyor.
DSÖ Avrupa Bölgesi’nde — ki bu bölge Rusya, Ukrayna gibi AB dışı ülkeleri de içeriyor — kişi başına alkol tüketimi 2000 yılında 12 litreyken, 2020’de 9,5 litreye geriledi. Yüzde 21’lik bu düşüşe rağmen, bölge hâlâ dünyada en fazla alkol tüketilen yer olmayı sürdürüyor.
2020 verilerine göre, Avrupa’da alkol tüketimi en yüksek ülke Letonya oldu: Kişi başına düşen yıllık tüketim 12,1 litre. Bu rakam, 190 litre bira, 80 litre şarap veya 24 litre yüksek alkollü içkiye eşdeğer. Letonya’yı Çekya, Litvanya ve Almanya izliyor.
En az alkol tüketilen ülke ise Türkiye. Türkiye’de kişi başına alkol tüketimi sadece 1,2 litre. Bu fark, hem kültürel değerlerden hem de dini normlardan kaynaklanıyor. Ayrıca alkol fiyatlarının yüksek olması ve erişimin kısıtlanması da önemli etkenlerden.
2010-2020 yılları arasında en büyük düşüş, kişi başı tüketimde 2,1 litrelik azalma ile İrlanda ve Litvanya’da görüldü. İspanya ve Yunanistan’da da düşüş 2 litreyi buldu. Bu ülkelerde özellikle genç kuşakların daha sağlıklı yaşam tarzlarına yönelmesi, alkol tüketimini azaltıcı etkide bulundu. Ayrıca pandemi döneminde ev dışı sosyal içki tüketiminin sınırlanması da bu trendi destekledi.
Hollanda, Fransa, Güney Kıbrıs ve Finlandiya’da da 1,5 litrenin üzerinde düşüş kaydedildi. Almanya, Belçika ve İsviçre gibi ülkelerde düşüş 1 ile 1,5 litre arasında gerçekleşti.
Aynı dönemde alkol tüketimi 11 ülkede artış gösterdi. Letonya, hem litre bazında (2,3 litre) hem de yüzde bazında (yüzde 23,5) en fazla artış yaşayan ülke oldu. Bulgaristan, Malta, Romanya ve Polonya da bu dönemde artan tüketim oranlarıyla dikkat çekti. Bu ülkelerde ekonomik büyüme, alkol reklamlarının yoğunluğu ve düşük fiyat politikaları tüketimi artırıcı etkenler olarak değerlendiriliyor.
2019 yılında AB ülkelerinde yapılan araştırmalara göre, erkeklerin yüzde 26,6’sı ayda en az bir kez “ağır epizodik” (binge) içki içtiğini beyan etti. Kadınlarda bu oran yüzde 11,4. Erkeklerin kadınlara göre aşırı içki tüketme olasılığı neredeyse iki kat fazla.
Romanya, erkeklerde yüzde 55,2’lik oranla Avrupa’daki en yüksek aşırı içki tüketimine sahip ülke. Danimarka, Lüksemburg, Almanya ve Belçika’da da bu oran yüzde 35’in üzerinde. Kadınlarda ise en yüksek oranlar Danimarka, Lüksemburg, Almanya ve İrlanda’da yüzde 20’yi aşıyor.
Alkol tüketimi, sadece cinsiyete değil aynı zamanda eğitim seviyesine göre de farklılık gösteriyor. AB genelinde lise altı eğitime sahip bireylerde ağır içicilik oranı ortalama yüzde 12,5 iken, lise ve üzeri eğitimlilerde bu oran yüzde 20’nin üzerine çıkıyor.
Bu durum alkolün satın alınabilirliğini ve sosyal ortamlarda daha yaygın tüketilmesini yansıtıyor. Örneğin Letonya, Estonya ve Litvanya gibi ülkelerde düşük eğitimlilerin ağır içicilik oranı, yüksek eğitimlilere göre daha yüksek. Ancak genel eğilim, yüksek gelir ve eğitim seviyesiyle birlikte alkol tüketiminin de arttığını gösteriyor.
Birçok Avrupa ülkesi alkol tüketimini sınırlandırmak amacıyla çeşitli politikalar uyguluyor: Alkol vergilerinin artırılması, satış saatlerinin kısıtlanması, reklam yasakları, yaş sınırlamaları gibi. Ancak OECD’ye göre bu politikaların etkisi sahada yeterince hissedilmiyor. Zayıf uygulama mekanizmaları ve sınırlı denetim kapasitesi, alınan önlemlerin tam anlamıyla başarılı olmasını engelliyor.
DSÖ’ye göre, herhangi bir düzeyde alkol tüketimi sağlığa zararlıdır. DSÖ Avrupa Bölge Ofisi’nden Dr. Carina Ferreira-Borges’in ifadesiyle, “Ne kadar içtiğinizin önemi yok. İlk yudumla birlikte sağlık riski başlar.” Alkol kullanımı; başta karaciğer hastalıkları, yüksek tansiyon, kalp hastalıkları ve çeşitli kanser türleri olmak üzere, ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor.
Avrupa genelinde alkol tüketiminde kısmi bir düşüş eğilimi gözlense de, tüketim hâlâ küresel ortalamanın oldukça üzerinde. Ülkeler arası farklar, cinsiyet ve eğitim gibi faktörlerle derinleşiyor. Özellikle genç kuşaklarda sağlık bilincinin artması umut verici olsa da, alkolle mücadelede kapsamlı, tutarlı ve sürdürülebilir politikalara ihtiyaç duyuluyor.
Toplumların alkolle olan ilişkisini dönüştürmek kolay değil. Ancak farkındalık kampanyaları, eğitim çalışmaları ve etkili kamu politikalarıyla sağlıklı bir gelecek inşa etmek mümkün.
GENEL
19 gün önceGENEL
29 gün önceGENEL
16 Nisan 2025GENEL
16 Nisan 2025SPOR
16 Nisan 2025SPOR
16 Nisan 2025GENEL
16 Nisan 2025